5 Kasım 2012 Pazartesi

Bir Zamanlar...


Sanırım ben 10, kuzenim de 7 yaşlarındaydı. Dayımın bir yazlığı vardı, Yalova'nın dışında bahçe içinde bir ev. Köy gibi bir yer burası ve bizim evin etrafında başka hiç bir ev de yoktu. Bahçede kavak ağaçları ve dev bir çınar ağacı vardı. Biz genelde o dev kavak ağaçlarının arasına hamak kurardık, dayım da o yaz Bach ve Chopin dinletirdi bize. Evin tavanı çok yüksekti, müziğin sesini açtığında o kadar güzel tınlardı ki bu ses, biz kuzenimle çocuk yaşta hayran kalırdık bu büyülü müziklere. Dayımsa bu önemli bestecileri, eserlerini, nelerden etkilendiklerini oturur anlatırdı bizim gibi zirzoplara. Biz tabi anlamazdık, sadece hayaller kurardık, tek hatırladığım çok sihirli gelirdi bize bu müzik. Özellikle de bu parça!
 

Dön dolaş kasette hep bunu dinlemek isterdik…hatta sesi sonuna kadar açtırır...hamağa uzanır, aşağıdan o dev kavak ağacının yapraklarındaki güneşin yansımasını izlerdik. Geçirdiğimiz o yaz, tam bir rüya gibiydi, o kadar mutluyduk ki...Dayım bize büyük büyük taşlar toplatırdı dereden, onları kurutur üstüne resim yapardık, her birine bir ad koyardık, çamurdan heykel yapmayı öğretmişti bir de, akşamları en sevdiğimiz şey ise dere kenarında oturup, ay ışığında yine müzik eşliğinde dayımın hikayeler anlatmasıydı. Bazen bunlar zombi hikayesi falan gibi saçma şeyler olabiliyordu, bazen de anlamlı şeyler. O yaz hiç televizyon izlemeden geçti benim için, hiç alışveriş merkezine gitmedim, arkadaşlarımla oyun da oynamadım. Sadece kuzenim ve dayım bir de o sihirli dere kenarında olan bahçeli ev...Her şey bunla sınırlıydı, ama hayal dünyamız o kadar büyüktü ki, şimdi bile o zamandan çok daha geride görüyorum kendimi ve hep o yaza geri dönmek istiyorum....gerçekten üstümüzde bir sihir vardı o yaz...

Her şeyden mutlu olabiliyorduk, hortumla su savaşı yapıp birbirimizi ıslatır, bütün gün bir su kaplumbağasının peşinde sinsice onu takip eder, kurbağanın peşinden hoplar, yengeçten kaçar, yaprak toplayıp biriktirirdik...

Bense, nam-ı diğer anormal insan, çok güzel renkte bir tırtıl yakalayıp bir hafta kadar kibrit kutusunda beslemiştim hayvancağızı.Garip bir çocuktum gerçekten de...

Bazen bahçeden gelen seslere dalmış otururken, birden bire ateş böcekleri beliriverirdi. Bu sefer de eğlencemiz onları yakalamak olurdu, doğa bize hikayeler anlatan, gözlerimizi kocaman açtırandı, öyle ki bazen sabah uyandığımızda bir dalın uzadığını bile fark edebiliyorduk. Şu an bu hatırladıklarım, kulağa Zeki Demirkubuz filminden fırlama sahneler gibi gelse de, bu anların hepsi yaşanmıştı..ve o kadar gerçekti ki ben o güzel gerçekliklere geri dönmek istiyorum...

***Bütün bunları anlatmak nerden mi aklıma geldi; arkadaşımın şu cümleyi sarfetmesi üzerine, "ne zaman kendimi kötü hissetsem ya da çok mutlu...bir avuntu ya da şükran gibi bu müziği dinlerim...benim şu hayatta en çok sevdiğim eser..." Bahsi geçen müzik,  yukarıda da eklediğim Air von Johann Sebastian Bach aus der 3. Suite für Orchester.

 

Hiç yorum yok:


Lütfen bu sitedeki görselleri ve yazıları izinsiz kullanmayınız..