29 Ağustos 2010 Pazar

IFW Özgür Masur-Başlangıç ve Bitiş

Özgür Masur defilesinin başlangıcından bahsetmek istedim. Çünkü hem seçilen müzikler hem de fikir bana çok hoş geldi. Defile, siyah beyaz bir kısa film gösterimiyle start aldı. Kadınların ruhunu yoran şeyleri vurgulayan tasarımcımız,bu kısa filmde de kadınların üzerindeki yükü ve sıkıntıyı anlatmaya çalışmış. Özge Ulusoy'un sadece mimikleriyle verdiği mesaj ve sıkıntı ifadesi çok başarılıydı. Filmin sonunda, Özgür Masur elindeki makasla Özge'nin üzerindeki siyah elbiseyi kesiyor. Böylece o bunalmış ruh halinden kurtulan güler yüzlü ve masal gibi bir kıyafet giymiş bir kız ortaya çıkıyor. Bu sırada, filme Moby'den Mistake eşlik ediyor arka fonda. Filmde gördüğümüz elbiseyle Özge Ulusoy podyuma ayak basıyor ve masalın geri kalan kısmını zaten biliyorsunuz ;)
Maalesef filmin en başı yok videoda..ve çekim de pek başarılı değil ama sadece fikir olsun diye koyuyorum.



Final kısmında da Cranberries'den New New York'la uğurluyoruz rüya gibi elbiseleri...

27 Ağustos 2010 Cuma

IFW 3.gün Özgür Masur

"Kadınlarım, bu zamana kadar birikmiş, ruhunu yoran herşeyden arınmak için, ruhlarını bedenlerinden daha fazla sevmek adına gözle görünenden çok hissedilenin peşine düştüler...
Bu artık benim kadınlarımda doygunluk anıdır. Kendilerine sunulmuş hayatın dışında, arzuladıkları yeri, bambaşka bir yaşam için artık Ten Dökümü zamanıdır." diyor Özgür Masur...

İşte elimdeki davetiyede yazan bunlar ve ben daha defilede onun yarattığı rüyaya tanık olmadan önce kendi hayallerimi süslüyorum bu sözlerle. Bu sözler, dupduru bir görünüme sahip, tüy gibi, masal perisi kadınlar canlandırıyor aklımda. Tam da kendim için de hayalleyeceğim gibi...Tüller içinde dönen kızlar, upuzun kuyruklar, zarif fiyonklar, pastel, yumuşacık renkler, tertemiz, pırıl pırıl parlayan beyazlar, teninle bir bütün oluşturan somonlar, çiçek gibi ekrular, canlı ve çılgın fuşyalar...Tabiki dahası da var...ama bana bunların içinden sadece beyazlardan bahsetmeniz yeterli diyebilirim. Tam bir beyaz hastası olan beni o duru, zarif, melek kadar güzel elbiseler nasıl da etkiledi anlatamam...Saf beyazlık ve sıfır abartı eşittir zerafet diyorum!

O zaman beyazın büyüsüne kapılmışken; yine pek başarılı olmayan, amatörce çektiğim, ama favorilerim diyebileceğim birkaç beyaz sihirli elbiseden örnekler sunayım...

Bu taptaze, içinizi okşayacak yumuşacık renklere de bir göz atın derim;

Peki siz de, benim gibi sade bir modeldeki sevimli bir ayrıntıyı sevenlerden misiniz ve herşey fiyonk şeklinde olsa varım der misiniz:) O zaman buyrun buraya...

Bakmaktan kendinizi alamadığınız, her bir ayrıntısını hafızanıza kazıdığınız, her rüyanın içerisinde olması için yalvardığınız ilk görüşte aşk'a inanır mısınız?

Bunların dilinden anlamaya, kendi masalınızı yazmaya ne dersiniz?


Uzak diyarların tül dokulu prensesleri, su gibi akan vücutlar içinde ordan oraya uçuşurlar. Onları yakalamak ne mümkün...O kadar zarif ama akıcı hareket ederler ki, sizi hipnotize edip neredeyse büyülerler...Ten dokusuna bürünmüş renklerle hoşçakalın...

Bu arada defiledeki müzik seçimlerine de tek kelimeyle ba-yıl-dım!

Başlangıç müziği Moby-Mistake : dinlemek için tık
tık


İkinci parça Goldfrapp-Strict Machine : dinlemek için tık tık

Mükemmel bitiş parçası The Cranberries-New New York : dinlemek için tık tık


Son 3 görsel, http://www.alisveris-cini.com/2010/08/ifw-ozgur-masur-defilesi/rx2y0277/ adresinden alınmış olup, geri kalanlar tarafımdan çekilmiştir.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

IFW Ağustos 2010 - Deniz Mercan

Bugün heyecanla beklenen IFW'nin ilk günüydü. Bizim bugün için bir tanecik de davetiyemiz olsa, heyecanla hazırlanıp, saat 4.00'teki Deniz Mercan defilesi için İTÜ Taşkışla yolunu tuttuk. Hava oldukça sıcak olsa da, içimizdeki IFW aşkı öyle kolay törpülencek cinsten değildi:) Tabi bu sıcak havaya uyumlu olarak konsept de solungaç-yüzgeç-balık teması olunca masmavi suları anımsatan, figürleriyle hayal gücümüzü fetheden mayolar oldukça içimizi açtı. Defilenin adına da dikkat çekmek isterim; "LÜFER"...Çok şirin değil mi sizce de? Şöyle bir günün akışına bakalım..Ne dersiniz... Girişteki kalabalığı aştıktan sonra uzun bir sıra halinde defile çadırına doğru yönelinir: Günün pozu verilir: Sırada beklerken, şöyle bir etraf kolaçan edilir ve bir takım detaylar, paylaşma amaçlı kayıt altına alınır:) Kırmızı koridor aşılıp, podyum alanına gelinir ve hemen yer edinmek üzere, mekan şöyle bir taranır... Kızlarla hızlıca bir yer tutulup, heyecanla defilenin başlaması beklenir...
Maalesef çektiğim fotoğraflar çok fazla kaliteli olmadığı için hepsini burada yayınlamayacağım. Zaten pek çok yerde Deniz Mercan'ın IFW tasarımlarını göreceksiniz hatta belki bıkacaksınız hep aynı fotoğrafları görmekten. O yüzden, ben en çok beğendiklerimi paylaşmak istiyorum; Görüldüğü gibi, kolleksiyona mavi tonları ve beyazlar hakim. Kesimler çok detaylı ve yaratıcı. Aslında buraya defileden çektiğim, amatör bir video'yu koymak istedim ama nedense sorun çıkardı...Daha sonra tekrar deneyeceğim düzeltmek için.. Efenim geldik yaznın sonuna; ilk günkü IFW maceramız bunla sınırlıdır:)Bundan sonraki heyecanımız; Özgür Masur ve Gamze Saraçoğlu defilelerinde devam edecektir. Kızlarla geçirilen bu güzel gün sonrası ayaklar iflas etmiş olsa da, ilk IFW anısı için kesinlikle feda olsun diyorum:))

24 Ağustos 2010 Salı

Yarışmanın böylesi...

Araba için yarışmak, ev için yarışmak...bir de kitap için yarışmak...bu kulağa ne kadar enteresan geliyor. Değil mi?


Kitapkolik.net blogunda, facebookta, twitter'da bu yarışmayı tanıtanlara çekiliş hakkı sunuyor. Hediye tamamen sembolik. Burda amaç; bizim insanımız yarışması olan herşeye son derece heves duyar, kitap da fazlasıyla heves duyulması gereken birşey! Dolayısıyla bu durumu yaygınlaştırmak için, bu yarışmayı oldukça yaratıcı buldum.

22 Ağustos 2010 Pazar

Lilly yapılması gerekenleri yapmış:)


LILY ALLEN - Smile
Yükleyen early21. - Öne çıkan müzik videolarını izleyin.
Bu şarkıyı ne zaman dinlesem yüzüme koca bir gülümseme yerleşiyor:)Hayatla dalga geçen, sözünü söylemekten kaçınmayan, rahat tavırlarıyla dikkat çeken Londra diyarlarının sevimli ama asi kızı Lilly'yi çok seviyorum. Eğer kafam birşeye takılmışsa veya canım sıkkınsa, o anı eğlenceli bir havaya sokmak için komik bir lilly allen şarkısı dinlemek en iyisi benim için.

Yaşam biçimi ve bazen giyim tarzı yüzünden medyanın çokça eleştirdiği biri olsa da, ben onun sevimli tarzını kendine çok yakıştırıyorum. Hatta bazen yarattığı uyumsuz kıyafetleri aşırı hoşuma gidiyor. Çoğunluk gibi "aa bunun altına hiç bu giyilir mi" reaksiyonunu gösteremiyorum!

Belki bu şarkıyı dinleyip, bir yerlerde bu sözleri iletmek isteyeceğiniz insanlar vardır;)

...At first when I see you cry,
yeah it makes me smile, yeah it makes my smile
At worst I feel bad for a while,
but then I just smile I go ahead and smile

Whenever you see me you say that you want me back
And I tell you it don't mean jack, no it don't mean jack
I couldn't stop laughing, no I just couldn't help myself
See you messed up my mental health I was quite unwell...


Eğer sizin de yüzünüzde böyle bir muzip gülümseme yaratıyorsa bu şarkı, keep on smiling...La lala Lala:)

19 Ağustos 2010 Perşembe

I feel it all

Bu sıcaklarda evden pek çıkamıyorum. Masa ve sandalyeye yapışmış, aklı bir karış havada müzikleriyle yaşayan biriyim ben.

Bir de bu şarkıyı bu aralar sık sık dinliyorum ve sözleri devamlı kafamda dönüyor. "I feel it all" diyelim biz de o zaman.


I feel it all I feel it all
I feel it all I feel it all
The wings are wide the wings are wide
Wild card inside wild card inside

Oh I'll be the one who'll break my heart
I'll be the one to hold the gun

I know more than I knew before
I know more than I knew before
I didn't rest I didn't stop
Did we fight or did we talk

Oh I'll be the one who'll break my heart
I'll be the one to hold the gun

I love you more
I love you more
I don't know what I knew before
But now I know I wanna win the war

No one likes to take a test
Sometimes you know more is less
Put your weight against the door
Kick drum on the basement floor
Stranded in a fog of words
Loved him like a winter bird
On my head the water pours
Gulf stream through the open door
Fly away
Fly away to what you want to make

I feel it all, I feel it all
I feel it all I feel it all
The wings are wide, the wings are wide
Wild card inside, wild card inside

Oh I'll be the one to break my heart
I'll be the one who'll break my heart
I'll be the one who'll break my heart
I'll end it thought you started it

The truth lies
The truth lied
And lies divide
Lies divide

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Renksiz ve Kısmi Hisler


Elindeki yassı taşa uzun uzun baktı, ta ki dokusunu, rengini, hangi tarafının daha çok aşındığını ezberleyene kadar. Bir an içindeki bütün istek ve coşkuyla onu uzaklara, karanlığa, belirsizliğe bırakmak istedi. Bu öyle kuvvetli bir istekti ki, çocukluğunda annesinin kapısını sıkıca kilitlediği ambara girmesine izin vermediği anlarda içini dolduran heyecan ve taşkınlıktan farksızdı. Sonra durdu. Taşın nerden geldiğini, bilip bilmediğini sordu kendine? Hayır dedi, iç ses. Bir belirsizlikten diğerine geçmenin tehlikeli olabileceği fikrini kabullendi. O an tekrar okşayıp, taşı yumuşak bir hamleyle cebine yerleştirdi.

Gün ağarmaya başlamıştı, denizin getirdiği nemli ve ürkek hava, kendini yavaştan aydınlanan kum zerreciklerinin üzerine bırakarak bir huzur yaymaya başlamıştı etrafa. Farkındalık nedir diye sordu kendine? Farkında olmak, anın varlığını tanımlayabilmek mi yoksa kabullenmek miydi. İçindeki sessiz sorular, gözünün tek tek ayırt etmeye çalıştığı kum zerreciklerine bakarken yok olur, unutulur gider diye umuyordu. Her bir kum zerresi, sarıya dönüşürken bir soru baloncuğunu patlatsın diye hayallerken, cebindeki taşı çıkarıp oyuk kısmı üste bakacak şekilde yere koydu, eline avuç avuç aldığı kumları olanca hızla atıp, taşı gizlemeye çalışırken, yılların oluşturduğu oyuğa şimdi de sivri uçlu kum tanecikleri doluyordu. Taş kendine bir yer edinmişti, belirsizlik yerini sahiplenilmeye mi bırakmıştı bilinmez,ama o sırada kendini rahatlamış ve sakinleşmiş hissetti..

Aydınlanan denize gözünü dikmişken, hafif bir rüzgar esti, gözünü yere eğdiğinde, kum zerreciklerinin hafiften ötelendiğini, taşın oyuk kısmının ortaya çıktığını fark etti. O an içindekileri de böyle kolay tanımlayamayacağını, sahiplendiremeyeceğini, zamanın akışının da yanılsamalar yaratabileceğini kabullendi. Bu sorgulamayı başlangıç olarak kabul etti ve bugünü düşünmeden geçirmeye yemin etti. Nasılsa, önünde kaçması gereken tonla sorgulama gerektirecek gün vardı.
Tek yapmak istediği; rüzgarın etrafta döndürdüğü kuru kum taneleri, ayağının altındaki ıslak kum tabakasına dokununca nasıl bir daha havalanamıyorsa, kendi de bugünlük oturduğu yere çakılı kalmayı ve görmek gibi somut algı yollarının dışındaki düşünsel kısmı zapt etmekti!

Fotoğraf: 2008, Bodrum-Gündoğan

13 Ağustos 2010 Cuma

Tatil dediğin


Pink Martini - Clementine
Yükleyen barrlass. - Video klipler, sanatçı röportajları, konserler ve çok daha fazlası.
If tomorrow's sun doesn't shine
If no creatures stir in the morning time
If the clouds go still in the sky
And the days roll in and pass us by
I will ride your elevator
We'll stay out 'til it is later
If tomorrow's sun doesn't shine
At least I'll have my Clementine...

Tatil kelimesi bile yukarıdaki pink martini şarkısının sözleri ve ritmi kadar insanın içini huzurla dolduruyor. Özellikle de bu tatil hakkaten her an çok zevkle vakit geçirdiğiniz insanlarla yapılıyorsa, yaratacağı enerji ve mutluluk katsayısını siz tahmin edin artık. Tatil dönüşü ise; bakılan fotoğraflar, gülen yüzler, canlı ve enerjik bünyeler daha da bir umut verici oluyor. Zaten döner dönmez yapılan ilk iş, her sene tarihe ve gidilen yere göre fotoğrafları bilgisayarda klasörlemek. En sevdiğim şey ise, kara kış o bütün boğuculuğu ve sıkıcılığıyla bastırdığında bu neşeli, canlı yüzlere dönüp dönüp bakmak ve gelecek yaz planları için rengarenk hayaller kurmak.

Bu sene de sevgili arkadaşım M. ile önce 3 gece ve 4 gün kalınmak üzere Asos yolu tutuldu. Asos’u ilk defa görmeme rağmen, M.’den o kadar çok dinlemiştim ki çünkü neredeyse o her yaz gidiyor. Denizi ve doğası hakkaten görülmeye değer, deniz her ne kadar baya bir soğuk olsa da..gerçekten pırıl pırıl. Hele akşamları bizi mest eden mehtap görüntüsünü söylememe gerek yok sanırım, cidden mehtabın bu kadar net ve güzel olduğu bir yer daha önce hiç görmemiştim.

Biz, Asos’un içinde kalmak yerine Kadırga koyunu tercih ettik. Duyduğumuza göre deniz yönünden en temiz yer burasıymış ve hakkaten de dedikleri kadar da varmış. Kaldığımız Albena Otel’den de odadaki bazı eksiklikler haricinde gayet memnun kaldık. Özellikle işletmecisi Niyazi Amca, her sabah kızlar günaydın, bugün nasılsınız, yemekler iyi miydi, bütün müşteriler sizin gibi olsa açık büfeye gerek kalmaz tarzı replikleriyle ilgi alakasını sağolsun üstümüzden hiç eksik etmedi. Her akşam olan canlı müzik de ayriyetten gayet kaliteli ve güzeldi. Tabi Niyazi amca’nın bizi olmadık zamanlarda oynamaya kaldırma çabaları da yeri geldi bizi biraz kızdırsa da gülüp geçtik neticede..Ama şu diyalog maalesef aklımdan çıkmıyor “ hadi kızlar babanız yaşındayım ne olur kaklın, oynayın da millet güzel görsün”.. Niyazi amca, bizi kandırsan da masamızdaki herkes bu laflara tav olmuyor maalesef..Sen anladın kim olduğunu:) Ayrıca otel işletmecilerinin Aşk-ı Memnu dizisine takıntılı olduğunu da, köpeklerine “Bihter”, “Adnan” ve “Behlül” isimlerini koymalarından gayet net anladık.:) Bihter çok fotoğraflandı, ama maalesef Adnan’ı çekemedim..
Pörtlek ve şirin Bihter'i sizlere tanıştırayım:

Dediklerine göre Behlül, zaten Bihter’i hamile bıraktıktan sonra kaçmış:)) Bu arada Asos’a gitmişken, merkezine inip Behram Kale’ye ve meşhur Asos dondurmacısına da uğramadan dönmeyin derim.

Asos’tan döndükten bir gün sonra, tekrar yollara düşüp her sene tekrarlanan Bodrum faslına geçiş yapıldı. Güzelim koyumuz Gündoğan yine bizi bekler, gitmezsek gücenir düşüncesiyle, yaklaşık 1 aydır yazlıkta olan annelerin yanına varıldı. Burası da ayrı güzel, bir kere deniz Asos’a göre daha ılık ve de Bodrum’a gelmişken aman ne olur tekne gezisi yapmadan dönmeyin derim…

Ben neredeyse her yaz gitmeme rağmen, bu koyları tekne ile gezme ritüelinden asla vazgeçemem. Özellikle, Akvaryum ve Meteor koyları en görülesi olanlar. Burda da sevgili M. ile tekrar buluşuldu ve eski Bodrum tatilleri gayet yerinde bir şekilde yad edildi. Bir sürü şey canlandı gözümüzde..Bodrum hepimizin ikinci evi olmuş gibi zaten..eskiden gidilen mekanlar, ergen dönem beach muhabbetleri, yaşanan bir sürü ironik ve komik olay, olur olmaz dalga geçmelerimiz…Çok fazla anımız var Bodrum’da!…O yüzden gayet özel bizim için burası…

Bir de eğer yolunuz düşerse merkezdeki moonlight cafe’yi bir deneyin derim. Hem manzarası, hem müzikleri, hem de şahane mojitosuyla size kollarını açacaktır eminim:)




Diğer bir görülmesi gereken yer de, Gümüşlük. Gündüzleri çok sakin bir koyken, akşam sıra sıra dizili sevimli balık lokantalarıyla, üstü mumlarla donanmış küçük ahşap masaları, elinizi atsanız denize değecek mesafede balık yemek gibisi de yok.

Bir de gümüşlük yolu üzerinde “limon cafe” var, burada da keyifli müzikler ve rahat koltukların üzerine yerleşip gün batımını izlemek ayrı bir keyiftir. Bunca anlattığım güzel şeyi yapayım derken bir hafta çabucak geçiverdi. Vee hoop istanbul’un sıcak, nemli, gürültülü kucağına geri döndük.
Şimdi ise; sandaletleri, tiril tiril mini elbiseleri, etekleri, parmak arası terlikleri ve bikinileri yerine yerleştirirken hem üstüne sinmiş deniz kokusunun ferahalığı, hem de hafızaya kazınmış güzel anıların etkisiyle gelecek yeni yaz hayalleri kurmaya devam diyorum…


p.s. bu yazıyı okurken müziği de yanında dinlerseniz, blog sahibinin tatil hakkındaki hislerini daha iyi anlayabilirsiniz..:)

Lütfen bu sitedeki görselleri ve yazıları izinsiz kullanmayınız..