25 Temmuz 2010 Pazar

The Cranberries!!!


Perşembe günü gittiğimiz Cranberries Konserini anlatmak için daha yeni fırsat geçti elime, biraz geç kalsam da herşeyiyle gayet unutulmazdı benim için!!

The Cranberries!!!Evet bu grup ne mi ifade ediyor benim için…Öncelikle baya bir geçmişe dönmemiz lazım. Şöyle 95-99 senelerine mesela. Burry the hatchet albümü çıkmış, ben zaten o dönemler blue jean okuyan ergen bir gencim. Dergilerden çıkan posterler biriktiriliyor, tabiî ki metallica ve nirvana’ya tapıyorum. Günlükler tutuluyor, içine şarkı sözleri yazılıyor, fotoğraflar yapıştırılıyor. Hayata yavaştan isyan duyuluyor. Tam da herşey ergence olması gerektiği gibi. Orta son’dayım sanırım kuzen bana bir albüm veriyor; The Cranberries “No need to argue”. İçinde neler mi var? Pek bir delisi olduğum şarkılar Ode to my family, zombie, I can’t be with you…Hemen bu sevilen şarkıların sözleri yine günlüklere geçiliyor, kızgınlıklar, mutluluklar, heyecanlar bu şarkı sözleriyle ve Dolores’in o muhteşem sesiyle beraber anılmaya başlanıyor. Yaş büyüyor geliyoruz lise çağına, bu sefer kasetler almış başını gitmiş evde, tv’de ise o araların en gözde şarkısı “promises” dönüp duruyor. Hemen gidilip 99 senesinin en sevdiğim albümü “burry the hatchet” ediniliyor. Kaset neredeyse bozuluncaya kadar dinleniliyor. Anne artık evde isyanlarda. Müzik kapanmıyor, her gün okuldan gelince aynı albüm sayısız kez dinleniyor. Albümün en gözde şarkılarından olan, "animal instinct" ise baştan sona ezberlenmiş, neredeyse her ortamda M. İle durmadan söyleniyor. Animal Instinct, bizim arkadaşlığımızın şahidi oluyor, göz yaşlarımıza eşlik ediyor, vapurda giderken neşelenmelerimizi görüyor, uzun yolculuklarda dalıp gitmelerimize neden oluyor.

Yaş olmuş 25, biz yine M. İle bir gün vapurla dönüyoruz…Aklımıza yine animal instinct geliyor…Başlıyoruz yine bir ağızdan söylemeye, etrafımızdakiler ne düşünüyor umrumuzda değil…Bu şarkı bizi birbirimize bağlayan en büyük sembollerden biri, en eğlendiğimiz anların baş rol oyuncusu belki de:)

22 Temmuz 2010, biz yine M. İle vapurla geçmişiz karşıya, aklımızda Animal Instinct dönmekte. Diğer arkadaşlarımızla buluşup heyecanla konser saatini bekliyoruz. Saat 10suları konser alanındayız, beklediğimizden de kalabalık ortam ve inanılmaz sıcak. 10 buçuğa doğru Dolores sahnede…Kısacık kırmızı elbisesi, melek kanatlı siyah ceketi, simsiyah kısa saçları ve converseleri ile…İşte beklenen an, ben onu çok özlemişim…hayatımda çok kez vazgeçilmez olarak adlandırdım onu, sesi hayatımda en çok içime işleyen seslerden biri oldu, bu konserse hayalden farksız benim için…ve 2. Şarkı olarak animal instinct’i söylemesi beni çok çok mutlu ediyor.

Bu arada konser boyunca çevreye verdiğim şuursuz rahatsızlıktan dolayı da özür dilerim buradan:) Benim hayatımda Cranberries diyince bir duracaksın! Deli mi görünmüşüm, kendimi mi kaybetmişim, kim ne demiş falan hiç umurumda değil…Biz bir dönemi onla beraber geçirdik, bir nevi anılarıma ve hayatıma şahit olduğu için en sevdiğim, en önem verdiğim gruptur Cranberries!!!

Hangi parçalar çalındı ?En sevdiklerimi söyledi sağolsun sevgili Dolores..Salvation, Dreams, Desperate Andy, Animal Instinct, Zombie, Linger, Ode to My Family, Promises..O muhteşem sesi hiç değişmemiş ve o tatlı, eğlenceli kadın yine sahnede benim için genç Dolores’ten farksızdı. İçimde onlara dair hiçbir şey kaybolmamış gibiydi sanki, lisedeyken bir yerden bir cranberries şarkısı duyduğumda hissettiğim coşkunun aynısını hissederek, bütün konseri büyük bir sevgiyle ve içimden onlara teşekkür ederek izledim.


İleriki yaşlarda yine bir Cranberries konserine gitmek beni inanılmaz genç hissettirebilir! Onları hep seviceğimi ve benim için hiç eskimeyeceklerini biliyorum! Umarım birkaç kez daha görme fırsatım olur. Bir de en büyük hayalim; bir gün Dolores’in beni sahneye çağırıp, sevdiğim bir parçalarını beraber söylememiz…İşte o an benim için hakkaten ölümsüz olur!!! Ah Dolores Ah:)

Çok sevdiğim "Dreams" ile bitireyim bu yazıyı da...

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Bir Yaz Gecesi


Yaz enteresan bir mevsim. Yaşadığımız çoğu kötü şeyi geride bırakmamıza yardımcı olan, hayaller kurduran, zamanın hızlı ve eğlenceli geçmesini sağlayan bir dönem diye düşünüyorum. En sevdiğim olay da, eğer yazın tatile gidemediysem ve arkadaşlarımın hepsi de şehirdeyse onlarla aktiviteler planlamak. Ve sanırım yaş ilerledikçe insanın yanında kimler kaldıysa, artık o dostlar ciddi bir kalıcılığa doğru ilerliyor, onlardan alınan tat başka bir şeyle kıyaslanamıyor. 2-3 sene önce edilen muhabbetler aynı heyecanla tekrar tekrar konuşulabiliyor.

Cumartesi gecesi, çok sevdiğim arkadaşlarımı yemeğe çağırdım ve kendi halimizde Ferzan Özpetek filmlerinde görülebilecek samimiyette bir yemek yiyip, sabaha kadar sohbet ettik, çok güzel nostaljik parçalar dinledik. İşte bundan aldığım hazzı başka bir şeyde bulmak çok zor. Artık her mimiğinden, her bakışından, ses tonundan ne hissettiğini anladığınız insanlarla güzel zaman geçirebilmek, ağız dolusu gülebilmek, eski günleri konuşabilmek paha biçilmez bir değere sahip.

Belki her birimiz ayrı bir yere dağılabiliriz, çok ayrı amaçlar için koşuşturabiliriz, çok zor günler geçirebiliriz…umuyorum ki her ne olursa olsun, kaç yıl sonra olursa olsun aynı masa etrafında bir araya gelip gülebilelim…ve her anımız yine bir Ferzan sahnesi görselliğine sahip olsun…yine uyumayıp, ışıkları söndürüp, istek parçalarında bulunalım..şehir uyusun, sokakta kimse olmasın, İstanbul insanları yuta dursun, bizse küçücük dünyamızda kendi kendimize yetelim.

Hepinize buradan selamlarımı iletmek istedim ve hepinizin dünyası içinde bir yere sahipsem ne mutlu bana diye düşünmekteyim.

Fotoğraf: Ferzan Özpetek-Bir Ömür Yetmez

15 Temmuz 2010 Perşembe

İç Ses Düşman Mı?


İnanmayı seçmek hem kolaydır hem de iyi hissettirir. İnandıklarımızın yok oluşunu görmekse, hem acı verir hem de kabullenmesi zordur. Bu yok oluş anları bizi karmaşık labirentlere sürükleyebilir, ışığımızı kaybeder hatta onu bulmak için çaba sarf etmeyi bile bırakabiliriz. Laf olsun diye ilerleriz, ne yol gösterici bir ok vardır ne de bir yaşam belirtisi o labirentlerin içinde. Kendimizle baş başa kalırız, iç sesi dinlemek öyle yorucudur ki, çünkü söylediği çoğu şey de haklıdır. Bunu biliriz. Bizi bir hayli suçlar, yargılar, tartar, uyarılarda bulunur. Tek seçenek iç ses olduğu için dinlenecek başka şey de yoktur. Mantığımız ve duygularımız artık dışarıya kapanmıştır. Kendi içinde kendi kısır döngüsünü çoktan yaratmıştır. Dışardan gelen sesler anlamsız mırıltılardan başka bir şey değildir artık. Varsa yoksa iç ses mevcuttur. Bazen, bizim dışımızda yeni bir birey olur iç ses. Onu sevmeyiz kimi zaman ama çoğunlukla haklıdır. Sadece doğruları kabullenmek zor olduğu için iç sese kulak vermemek, ilerde daha büyük düşüşlere sebep olabilir. Olabildiğince onu düşman değil de, dost yerine koymak bizim için daha mantıklı sonuçlar doğuracaktır. Onunla uzlaşabilmek, yorulduğumuzda bile onla kavga etmeyip, kulak asmak belki de uzak bir zamanda huzura kavuşmamızı sağlayacaktır.

13 Temmuz 2010 Salı

Bir Yann geldi geçti


İstanbul yine önemli bir müzisyene kucak açtı…ama nerde ve kime? Küçükçiftlik parkta, Yann Tiersen’a(!)

Bilmem böyle düşünen tek ben miyim, ama ben Küçük çiftlik parkı, Yann Tiersen’a yakıştıramadım, yakıştıramam da…Kuruçeşme dururken niye oraya koyarsın bu konseri, ayrıca müzik sisteminin de pek hoş olduğu söylenemezdi. Diğer bir hayal kırıklığı da çok az kişinin katılmasıydı.

Yann abi müziğini döktüre dursun, ben çok da yeni albümünden haberdar değildim açıkcası…Belki çoğu kişi gibi benim için de, Yann demek; Amelie, Goodbye Lenin demekti…Ama olsun dedim; ben onun bu yeni tarzını da dinler ve severim. Nitekim sevdim de, ama tek bir eski parçasını bile çalmaması biraz üzdü beni. Gerçi sahnede mükemmeldi. Gerek gitarı, gerek kemanıyla hem gözümüzü, hem kulağımızı doyurdu. Her parçanın sonunda o vakur şekilde “thank you” diyişi de çok şirindi.

Konsere başladıktan yaklaşık 1 saat sonra, goodbye dedi içeri gitti. İçime oturdu bu muydu dedim, neyseki bis’te neredeyse 1 saat daha çaldı ve ben asıl son parçaları pek bir sevdim. Ama yine de olmadı be Yann abi. Bir kere daha çıkacaktın, yetmedi bize bu…Ah bir Kala’yı çalsaydın da gönlümü fethetseydin.

Buyrun Kala'ya bir kulak verin:
<
yann tiersen - kala
Yükleyen chiranne. - Video klipler, sanatçı röportajları, konserler ve çok daha fazlası.

Neyse biz konser alanına M. ile saydıra duralım, yeni parçaları da sevmedim diyemem. Demek ki neymiş Yann Tiersen çok sürprizci ve kendini yenileyen bir müzisyenmiş ve her konsere giderken çıkarılan son albüm de dinlenilmeliymiş. Yoksa ben nerdeyim, doğru kişinin konserinde miyim gibi kuşkular oluşabiliyor insanın içinde:)

İstanbul her ne kadar çoğunlukla sana söylensem de, sen bir şekilde sürprizlerinle kalbimi çalmayı başarıyorsun. Ben bu sene çok istiyordum Yann’ı görmek ve dileğim yerine geldi! Sıra Cranberries’de, heyecanla bekliyorum. Umarım ses sistemi ve seyirci kitlesi bu konserden daha iyi ve coşkulu olur da hayal kırıklığına uğramam. Gerçi Dolores abla, Animal instinct, ode to my family, just my imagination’ı söylerse hiçbir şey beni üzemez gibime geliyor:)

Esen kalın İstanbul ve sevgili konukları..yine gelin ve yine beraber paylaşalım aynı zevki…

Foto:http://lizbathorysbathtube.blogspot.com/2009_06_28_archive.html

6 Temmuz 2010 Salı

Pink Martini

İstanbul 2010 yaz mevsiminin en iyi yanı ne mi? Tabiki de muhteşem aktiveteleri..Efes Pilsen One love ve Sonisphere’ı geride bırakmakla beraber, daha önümüzde temmuz ayında neler neler var dedik. Misal dün akşam ki Pink Martini konseri, yine boğazın o ferah ve büyüleyici atmosferinde, birbirinden güzel enstrümanlar ve China Forbes’in yumuşacık sesiyle kendimizi müziğe bıraktık..Pink Martini neredeyse 10 senedir aralıksız konserler veriyor Türkiye’de, gerçekten de büyük bir hayran kitleleri var…Dün anladığımız üzere kendileri de Türkiye’ye bayılmakta.

Bu benim katılabildiğim ilk Pink Martini konseri oldu ve de kesinlikle hafızamda kayıtlara geçti. Ferah Boğaz rüzgarıyla ürperirken, yan yana oturamasak da çok sevdiğim arkadaşlarımla aynı anı paylaşabilmenin mutluluğuyla bu masalsı şarkılara severek eşlik ettim. Konser boyunca baya bir hayallere daldım ve konser sonunda yüzümde saklayamadığım, kocaman bir gülümseme vardı.

Sanırım saat 11.15 civarında konser bittiğinde ise; ne olur gitmesinler diye yalvarmak istedim. Ben onlara kesinlikle doyamadım..Hele ki o yarım yamalak Türkçesiyle konuşan piyanistleri Thomas amca bütün gece çalsa, ben sırf onu bile dinlerdim…Müzik anlamında benim en ilgimi çeken ise; bir Schubert parçasıyla giriş yapıp, hit the road jack kıvamında devam edip şarkıyı hareketli bir modda bitirebilmeleriydi. Tabi şunu da atlamamak gerekir; bizlere bir jest yapma amaçlı “katibim” parçasını da kendi tarzlarıyla bir güzel yorumlamışlar. Şarkının sonunda herkesin yüzünde şaşkınlıkla, mutluluk arası garip ünlemler ortaya çıkarabilecek bir ifade vardı.

Şarkılar bitti, bizleri selamladılar, alkışlar koptu…Ama biz onları bırakır mıyız? Haydi son bir parça dedik, bizi kırmadılar güzel parçaları “amado mio” ile uğurladılar. Gerçi benim gönlümden “lets never stop falling in love” geçmişti ama onlar ne çalarlarsa ben zevkle dinlerim.

Konserin sonunda gerçekleşen diğer şaşırtıcı bir olay da; bir bayanın çıkıp erkek arkadaşıyla ilgili duygularını pink martini şarkılarıyla anlatıp, daha sonra orda bulunan fakat sahneye çıkmaya utanan erkek arkadaşına evlenme teklif etmesiydi..Gayet hoş bir sahne olmakla beraber, medeni cesaretiyle hepimizi şaşırtmayı başardı..Tabiki mutlu son: Evet yanıtı da alındı…Artık düğünlerine Pink Martini gelir mi, bilemem:)…Şahsen benimkine gelse, o an dünyanın en mutlu insanı olabilirim:)

Bu gecenin diğer bir özel yanı da; canım arkadaşım M.’nin doğum günü olması ve en sevdiği grup pink martini konserinin aynı güne gelmesiydi, beraber yan yana bir 15 seneyi devirdiğimizi düşünüp, bütün sevdiğimiz şarkılara eşlik ettik. Bundan güzeli düşünülemez!!!…Tekrar tekrar onu çok sevdiğimi ve iyi ki doğduğunu söylesem de, buradan da iletmek istedim. :)


Peki benim en sevdiğim pink martini şarkılarım neler? Sympathique, over the valley, lets never stop falling in love, una notte a Napoli ve yolanda…Ya sizinkiler?:)

Hang on little tomato'ya kulak verelim mi?

Lütfen bu sitedeki görselleri ve yazıları izinsiz kullanmayınız..