28 Nisan 2012 Cumartesi

Hangi Hikaye


Eskiden aynı hikayenin oyuncularıydık, yazar bizi türlü tesadüflerle bir araya getirirmeye çalışırdı. Biz de karşı çıkmazdık bu duruma. Örneğin; sen köşe başında beliren simitçiyken, ben de elindeki kahvesini üstüne dökmüş, ofise yetişmeye çalışan kızdım. Çantamdaki peçeteyi çıkarmaya çalışırken, göz göze gelirdik hiç beklenmedik bir biçimde, onca kalabalık sanki durur, zaman akıcılığını yitirirdi. Ne mi düşünürdük o an? Rüzgar çok mu sert esiyor, akşama ne yesem, hafta sonu sinemaya mı gitmeli yoksa tiyatroya mı, maaşımı zamanında alabilecek miyim…Hayır. Bunlardan hiç biri değildi aklımızdan geçenler. Niye onca insan donakaldı da, bu iki kişi seçildi bu kaosta…Diğerlerinin bedenleri ve hafızaları donmuşken, bizdeki akıl almaz algı da neyin nesiydi, hikayenin hangi bölümündeydik, bir daha kaçıncı sayfada hangi işi yaparken, zamanı durdurup, bakışabilecektik, o zaman neler geçecekti aklımızdan…
Vakit ilerledikçe, yazar bizi karşılaştırmaktan vazgeçti, kesişmeyen hikayelerin yalnız kahramanları olup çıktık, ne üstüme kahve döküldü, ne de -çıtır simidim var abla- diyen sesini duydum. Varsa yoksa, donuk sokak lambalarının altında yürüttü beni yazar, yürürken evlerin demir korkuluklarında parmaklarımı kaydırdım, içime çektim kuru soğuk havayı, sus dedi yazar; anlatma ulu orta her şeyini, gizemini korumalısın dedi. Gizem dediği neydi ki? Okuyucunun çözemediği ama merakını arttıran karakter ve olaylar silsilesi mi, yoksa küçük tesadüflerin soğukkanlı katili mi?
Cevap; her ikisi de değildi. Gizem, yalnız karakterlerin farklı hikayelerde birbirinden habersiz geçmişlerini geri dönüşüm kutusuna atmalarıydı; çünkü sahip olacağın geçmişi bilememek ve seçememek de, en az geleceğin belirsizliği kadar gizemliydi.

Hiç yorum yok:


Lütfen bu sitedeki görselleri ve yazıları izinsiz kullanmayınız..