Dün, Haruki Murakami’nin son kitabı olan, Sahilde Kafka’yı bitirdim. Baş karakter olan Kafka Tamura ile aramda çok ortak nokta buldum. 650 sayfalık bu kitabı, hiç elimden bırakmak istemeden okumamın sebebi, duyguların dışa vurumunun son derece net ve de gerçekçi yanıydı. En sevdiğim kısımlarsa Kafka’nın içindeki Karga adlı delikanlıyla olan konuşması ve Oşima’yla karşılıklı hayatı sorgulayışlarıydı.
Sahilde Kafka’dan bana geriye kalanlar:
-Deneyimlerinden yola çıkarak söylemem gerekirse, insan bir şeyleri ne kadar isterse istesin, o şeyler kendiliğinden asla çıkıp gelmez. İnsan bir şeylerden uzak durmaya çalıştığında ise, o şeyler kendiliğinden insanın üzerine üzerine gelir. Elbette bu herkesin aklına gelebilecek bir şey.
-Mutluluğun tek bir türü vardır, ama mutsuzluk bin bir şekilde ve büyüklükte gelebilir. Tolstoy’un dediği gibi: Mutluluk masal, mutsuzluk ise öyküdür.
-Yalnız çok fazla canımı sıkan şey, hayal gücünden yoksun insanlardır. T.S. Eliot’un ifadesiyle “içi boş insanlar”. O hayal gücünden yoksun oldukları kısmı, hissiz perdelerle örtmeye kalktıkları halde, kendileri bunun farkında olmadan ortalıkta dolaşıp dururlar. Sonra o hissizliklerini içi boş laflarla başkalarına dayatmaya kalkarlar.
-Dünya her gün değişim içindedir Nakata. Her sabah saati gelince hava aydınlanır. Fakat karşındaki dünya dünkünden farklıdır. Uyanan da aynı Nakata değildir.
-Şu an hissettiklerin, çoğu Yunan tiyatro oyununda da motif olarak kullanılan bir şey. İnsan kaderini değil, kader insanı seçer. Bu, Yunan tiyatrosunun temel dünya algısıdır. Sonra, bu trajik özellik de, Aristoteles’in söylediği bir söz ama kaderin cilvesi olarak, söz konusu kişinin eksikliği değil, güzelliğini payanda olarak kullanır…İnsan eksiklikleriyle değil güzellikleriyle daha büyük trajedilere sürüklenir.
-Sophokles’in Oidipius’u: Kral Oidipius, tembelliği ve aptallığıyla değil cesareti ve dürüstlüğüyle kendi oyununun kahramanı olur. Orada da kaçınılmaz bir ironi ortaya çıkar.
-Fakat ironi insanı derinleştirir, büyütür. Bu da daha büyük bir boyutun kurtuluşu için giriş kapısı işlevi görür. Orada evrensel umut olgusunu bulabilirsin. O yüzden de Yunan tiyatroları günümüzde bile birçok insan tarafından okunuyor ve sanatın temel formlarından biri olarak kabul ediliyor.
-Dünyadaki her şey metafordur…Yani bizler metafor düzeneği yoluyla, ironiyi kabulleniriz. Sonra da kendimizi derinleştirir, geliştiririz.
-Anton Çehov çok güzel söylemiş. “Eğer öyküde bir tabanca geçiyorsa, sonunda mutlaka patlaması gerekir” diye…Çehov şunu demek istemiş. Gereklilik bağımsız bir kavramdır. Mantık, ahlak ve anlamdan ayrı olarak söz konusu olur. Görev ve işlev birbirini tamamlar. Görev itibarıyla gereksiz olan bir şeyin, bulunmasının da anlamı yoktur. Görev itibarıyla gerekli olan bir şey de, mutlaka bulunmalıdır. Buna dramaturji denir. Mantık, ahlak ve anlam kendi başlarına bir bünye olarak değil, ilişkisellik içinde var olurlar. Çehov dramaturjinin ne olduğunu çok iyi anlıyordu.
-İnsan kendisinin eksik bir parçasını bulmak umuduyla aşık olur. O yüzden de, aşık olduğu insanı düşünürken, kişisine göre değişmekle birlikte, az ya da çok hüzünlenir. Çok eski bir zamanda kaybettiği, özlemle andığı, uzaklarda kalan bir odaya adımını atmış gibi hislere kapılır. Bu hissi ilk keşfeden sen değilsin. O yüzden telif hakkı için başvuru yapmaya da kalkma.
-Özgürlük sembolü olabilecek bir şeye sahip olmak, özgürlüğün kendisine sahip olmaktan daha önemli olabilir.
-Jean Jacques Rousseau medeniyetin insanoğlunun çit yapmaya başlaması sonrasında doğduğunu söyler. Çok haklı. Tüm medeniyetler çitle çevrelenmiş esaretin ürünüdür.
-İnsan yaşamak için doğuyordu ne de olsa. Öyle olduğu halde, yaşadıkça yaşadığı ölçüde içinin boşaltıldığını, bomboş bir insan haline getirildiğini hissedebiliyordu. Üstelik daha ileriki zamanda da, yaşadığı sürece içinin boşalmaya devam etmesi, dımdızlak, değersiz bir insan haline gelmesi olasıydı. Yanlış olan da buydu. Bu akışı bir yerlerde değiştirebilecek miydi acaba?
-Öyleyse bir soru daha sorayım. Müziğin bir insanı değiştirme gücü var mıdır? Yani bir gün bir müziği dinleyince, insanın içinde tamamen bir şeylerin farklılaştığı olur mu?
-Berlioz’un bir lafı vardır. “Eğer sen Hamlet’i okumadan yaşamını tamamlıyorsan, ömrünü bir kömür madeninin dibinde geçirmişsin demektir.
-Anılar insanın vücudunu içten içe ısıtan şeylerdir. Fakat aynı zaman da lime lime de edebilirler.
-Zamanın göreceli ağırlığı, çok anlamlı kadim bir rüya gibi üzerine çöküyor. O zamandan kurtulabilmek için hareket etmeye devam ediyorsun. Dünyanın öteki ucuna gitsen bile, o zamandan kaçamayabilirsin. Fakat öyle bile olsa, dünyanın öteki ucuna gitmek zorundasın. Dünyanın öteki ucuna gitmedikçe yapamayacağın şeyler de var çünkü.
-Sonra uyuyorsun. Gözlerini açtığında ise, artık yeni bir dünyanın parçası oluyorsun.
Bir haftalık bir serüven yaşadım bu kitapla, 14 haziran pazartesi akşamı serüvenimiz sona erdiğinde…ben kendi adıma baya yol kat etmiş, yorulmuş hissettim kendimi. Diyalogların anlamlı vurguları beni olumlu anlamda dikkatimi toplamaya zorladı ve ruhen yordu dersem yalan olmaz. Kitap boyunca hissettiğim şunlardı, kayalarla dolu bir denizde yüzüyordum ve dalarken dikkatli olmazsam…o sert ve keskin uçlu kayalar canımı yakabilirdi.. O yüzden de derinliklere dikkatli inilmeli, yavaş yavaş inerken de her bir parça, her bir data ayrı ayrı gözlemlenmeli ve bilinç altına işlenmeliydi ki, bu yollardan bir kez daha geçilirse tecrübe hayatımı daha kolay hale getirebilirsin…Yıldırımlar da çaktırdı kafamın içinde, huzurlu müzikler de eşlik etti yeri geldiğinde, soğuk rüzgarlarıyla titretti arada ve kıyıya vardığımda…deniz bana baktı bense ona yine görüşeceğiz demek istedim senle…İşte sahilde Kafka bana bunları yaşattı içimde…her bir bahsi geçen müzik ve yazar itinayla not alındı…nitekim denizler derin, hazırlıklı olmak gerek dedim ona. Ben seni dinlerim…hepimizin içi büyük boşluklarla dolu, içlerimizde esen şiddetli rüzgarlın soluğunu yavaşlatacak olansa bu donanımları edinmekten geçer dedim…Bilmem, ben böyle düşündüm kapağı kapattığım an!
Bir de buradan küçük bir not ileteyim çok sevdiğim bir arkadaşa: Ben genelde kitaba başladığım ve bitirdiğim tarihleri yazarım kapak sayfasına, ya da o an çok severek dinlediğim bir şarkıyı..R.E.M'den "Everybody Hurts" çalıyordu kulağımda, ilk başladığım gün bu kitaba...Kitabı gösterdiğim arkadaş da benden habersiz bir not yazmış oraya not everybody hurts diye :) bir de ek olarak şu'nu not etmiş: Hayat, planlar yaparken başımıza gelen olaylar bütünüdür...Ben de severim John Lennon'ı ve bu sözünü..sevgili arkadaşım eğer bu yazıyı okursa, ona burdan çok sevdiğim imagine'ın sözleriyle bir selam etmek istedim...
You may say that I'm a dreamer
But I'm not the only one
I hope someday you'll join us
And the world will live as one....
Fotoğraf: 2008 Bozcaada