13 Ağustos 2010 Cuma
Tatil dediğin
Pink Martini - Clementine
Yükleyen barrlass. - Video klipler, sanatçı röportajları, konserler ve çok daha fazlası.
If tomorrow's sun doesn't shine
If no creatures stir in the morning time
If the clouds go still in the sky
And the days roll in and pass us by
I will ride your elevator
We'll stay out 'til it is later
If tomorrow's sun doesn't shine
At least I'll have my Clementine...
Tatil kelimesi bile yukarıdaki pink martini şarkısının sözleri ve ritmi kadar insanın içini huzurla dolduruyor. Özellikle de bu tatil hakkaten her an çok zevkle vakit geçirdiğiniz insanlarla yapılıyorsa, yaratacağı enerji ve mutluluk katsayısını siz tahmin edin artık. Tatil dönüşü ise; bakılan fotoğraflar, gülen yüzler, canlı ve enerjik bünyeler daha da bir umut verici oluyor. Zaten döner dönmez yapılan ilk iş, her sene tarihe ve gidilen yere göre fotoğrafları bilgisayarda klasörlemek. En sevdiğim şey ise, kara kış o bütün boğuculuğu ve sıkıcılığıyla bastırdığında bu neşeli, canlı yüzlere dönüp dönüp bakmak ve gelecek yaz planları için rengarenk hayaller kurmak.
Bu sene de sevgili arkadaşım M. ile önce 3 gece ve 4 gün kalınmak üzere Asos yolu tutuldu. Asos’u ilk defa görmeme rağmen, M.’den o kadar çok dinlemiştim ki çünkü neredeyse o her yaz gidiyor. Denizi ve doğası hakkaten görülmeye değer, deniz her ne kadar baya bir soğuk olsa da..gerçekten pırıl pırıl. Hele akşamları bizi mest eden mehtap görüntüsünü söylememe gerek yok sanırım, cidden mehtabın bu kadar net ve güzel olduğu bir yer daha önce hiç görmemiştim.
Biz, Asos’un içinde kalmak yerine Kadırga koyunu tercih ettik. Duyduğumuza göre deniz yönünden en temiz yer burasıymış ve hakkaten de dedikleri kadar da varmış. Kaldığımız Albena Otel’den de odadaki bazı eksiklikler haricinde gayet memnun kaldık. Özellikle işletmecisi Niyazi Amca, her sabah kızlar günaydın, bugün nasılsınız, yemekler iyi miydi, bütün müşteriler sizin gibi olsa açık büfeye gerek kalmaz tarzı replikleriyle ilgi alakasını sağolsun üstümüzden hiç eksik etmedi. Her akşam olan canlı müzik de ayriyetten gayet kaliteli ve güzeldi. Tabi Niyazi amca’nın bizi olmadık zamanlarda oynamaya kaldırma çabaları da yeri geldi bizi biraz kızdırsa da gülüp geçtik neticede..Ama şu diyalog maalesef aklımdan çıkmıyor “ hadi kızlar babanız yaşındayım ne olur kaklın, oynayın da millet güzel görsün”.. Niyazi amca, bizi kandırsan da masamızdaki herkes bu laflara tav olmuyor maalesef..Sen anladın kim olduğunu:) Ayrıca otel işletmecilerinin Aşk-ı Memnu dizisine takıntılı olduğunu da, köpeklerine “Bihter”, “Adnan” ve “Behlül” isimlerini koymalarından gayet net anladık.:) Bihter çok fotoğraflandı, ama maalesef Adnan’ı çekemedim..
Pörtlek ve şirin Bihter'i sizlere tanıştırayım:
Dediklerine göre Behlül, zaten Bihter’i hamile bıraktıktan sonra kaçmış:)) Bu arada Asos’a gitmişken, merkezine inip Behram Kale’ye ve meşhur Asos dondurmacısına da uğramadan dönmeyin derim.
Asos’tan döndükten bir gün sonra, tekrar yollara düşüp her sene tekrarlanan Bodrum faslına geçiş yapıldı. Güzelim koyumuz Gündoğan yine bizi bekler, gitmezsek gücenir düşüncesiyle, yaklaşık 1 aydır yazlıkta olan annelerin yanına varıldı. Burası da ayrı güzel, bir kere deniz Asos’a göre daha ılık ve de Bodrum’a gelmişken aman ne olur tekne gezisi yapmadan dönmeyin derim…
Ben neredeyse her yaz gitmeme rağmen, bu koyları tekne ile gezme ritüelinden asla vazgeçemem. Özellikle, Akvaryum ve Meteor koyları en görülesi olanlar. Burda da sevgili M. ile tekrar buluşuldu ve eski Bodrum tatilleri gayet yerinde bir şekilde yad edildi. Bir sürü şey canlandı gözümüzde..Bodrum hepimizin ikinci evi olmuş gibi zaten..eskiden gidilen mekanlar, ergen dönem beach muhabbetleri, yaşanan bir sürü ironik ve komik olay, olur olmaz dalga geçmelerimiz…Çok fazla anımız var Bodrum’da!…O yüzden gayet özel bizim için burası…
Bir de eğer yolunuz düşerse merkezdeki moonlight cafe’yi bir deneyin derim. Hem manzarası, hem müzikleri, hem de şahane mojitosuyla size kollarını açacaktır eminim:)
Diğer bir görülmesi gereken yer de, Gümüşlük. Gündüzleri çok sakin bir koyken, akşam sıra sıra dizili sevimli balık lokantalarıyla, üstü mumlarla donanmış küçük ahşap masaları, elinizi atsanız denize değecek mesafede balık yemek gibisi de yok.
Bir de gümüşlük yolu üzerinde “limon cafe” var, burada da keyifli müzikler ve rahat koltukların üzerine yerleşip gün batımını izlemek ayrı bir keyiftir. Bunca anlattığım güzel şeyi yapayım derken bir hafta çabucak geçiverdi. Vee hoop istanbul’un sıcak, nemli, gürültülü kucağına geri döndük.
Şimdi ise; sandaletleri, tiril tiril mini elbiseleri, etekleri, parmak arası terlikleri ve bikinileri yerine yerleştirirken hem üstüne sinmiş deniz kokusunun ferahalığı, hem de hafızaya kazınmış güzel anıların etkisiyle gelecek yeni yaz hayalleri kurmaya devam diyorum…
p.s. bu yazıyı okurken müziği de yanında dinlerseniz, blog sahibinin tatil hakkındaki hislerini daha iyi anlayabilirsiniz..:)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder