Söylemek istediklerime başlamadan önce bugün bütün emekçi, bu ülke ve kendi ekmekleri içi ter döken vatanşlarımızın işçi bayramını kutlamak isterim.
Gelelim bugünkü birinci konu başlığımıza, size Stefan Zweig'ın "Bir Kadının Yaşamından 24 saat ve Bir Yüreğin Ölümü" adlı kitabından, 2. öyküde yeren alan bir paragrafı sunmak istiyorum. Bu kısacık kitapta sadece 2 öykü yer almakta. Konu açısından fazla enterasan olmayan fakat anlatım yönünden inanılmaz derinliğe sahip olan bu öyküler okurken beni inanılmaz derecede etkilediler.
Gelelim bahsettiğim paragrafa:
"Bir yüreğin adamakıllı sarsılabilmesi için her zaman ille de kaderin güçlü bir tokadı ya da herşeyi sert bir şekilde söküp atan bir güç gerekmez; hatta gelişigüzel nedenle yıkımı yaratmak, kaderin ele avuca sığmaz heykeltraş isteğini tahrik eder. Biz insanoğlu, kendi anlaşılmaz dilimizde bu ilk hafif dokunuşlara bahane deriz ve onun küçücük cüssesiyle çoğu zaman muazzam etkili gücüne şaşar kalırız; fakat bir hastalık nasıl sinsice ortaya çıkarsa, bir insanın kaderi de ancak herşeyle gözle görünür hale geldiğinde ve olaylar başladığında kendini belli eder. Kader, yüreğe dıştan dokunmadan çok önce beyinde ve kanda içten içe ilerler her zaman. Kişinin kendini tanımaya başlaması aslında kendini savunmaya başlamasıdır ve bu, çoğu zaman beyhude bir savunmadır." Böyle çarpıcı bir paragrafla giriş yapılan bir öykünün devamını kim okumak istemez ki. Ayrıca en çok dikkatimi çeken nokta da yazarın inanılmaz uzun cümleler kullanıp ama bunları çok güzel bağlayabilmesi. Yazar karakterlerini ustalıkla okuyucunun önüne sunuyor, ve gerek biz gerek kendi tarafından ruh çözümlemeleri yaptırıyor. Bu kitapta bulunan 2 öykü de Freud tarafından da çözümlenmiştir.
Gelelim ikinci konumuza:
Popüler yazarımız Paulo Coelho'nun Veronika Ölmek İstiyor adlı kitabını duymuşsunuzdur belki. Kitabın konusu kısaca şöyle; 24 yaşında güzel, işinde başarılı, ailesinin gözünde iyi evlat olan Veronika bir gün artık bu hayatın onun için yeterince iyi olmadığına karar verip intihar etmeye karar veriyor. Zamanında müdahale edilerek kurtarılan Veronika, ailesi tarafından özel bir psikiyatri kliniğine yatırılıyor. Uyandığında kendisine söylenen ise onu kurtardıkları fakat damarlarında gerçekleşen deformasyondan ötürü çok az ömrünün kaldığı. Tadılan ölüm yaşam tekrar ölüm düşüncesinin şokuyla Veronika daha çok sarsılıyor ve buna bir anlam veremiyor. Yalnızca kalan birkaç günlük ömür düşüncesi kendini tekrar keşfetmesine ve farkedemeği güzel şeyleri görmesine yarıyor. Artık o başka biri ve önünde birçok hayaliyle ve tanıştığı Ed'le yalnız değil. Bu küçük ironi onda yeniden uyanış yaratıp hayata dönmesine yardımcı oluyor.
İşte bu güzel kitabın, sinemaya uyarlanması da gayet başarılı olmuş. Kitapla aynı adı taşıyan filmde başrolü Sarah Michelle Gellar oynamakta, rolünün hakkını verdiğini düşünüyorum. Filmde kitaptaki öğelerin dışına çıkılmadan, yalın bir anlatımla Veronika'nın sıkıntısı başarıyla izleyiciye aktarılmış.
Diğer bir başlık da;
Gabriel Garcia'nın en meşhur eseri olan Yüzyıllık Yalnızlık adlı kitabının Stüdyo 100ekibi tarafından tiyatroya uyarlanması. Geçen hafta çarşamba günü CKM'de izledim bu oyunu. Bence bu kadar iddialı bir konusu ve böylesine kült bir eseri sahneye koymak gayet iddialı bir olay. Bu arada Edinburgh Fringe Festivali (2002) En İyi Oyun ödülüne sahiplermiş zaten. Oyuncuların doğallıkları, abartısız ve yerinde mimikleri sayesinde bir dakika olsun gözümü kaldırmadan izledim.
Hayat ve ölüm arasında büyülü bir yerde hayatından sadece tek bir anı seçeceksin...Hafızandaki diğer herşey ise silinip gidecek.Üstelik çabuk olmak zorundasın.Sonsuzluğa ulaşmak için zaman hızla daralıyor...
Büyülü gerçekçiliğin izlerini taşıyan oyunda beş karakter seçim yapma yolculuğunda seyircisini de geçmişte,gelecekte ve o anda bu düşünsel yolculuğa çıkarıyor.
‘’ Peki ya sen ne seçerdin? ‘
Son konumuz ise benim ilk MİM'im olacak:)
Sevgili Peanut beni mimlemiş, hemen üstüme düşeni yapıp bu zorlu görevi yerine getirmeye çalıştım;)
Mimimiz şudur efendim:
•Takip ettiğiniz bloglardan ya da blogunuzda yer verdiğiniz blog listesinden baştan 3sıradaki bloga girip, onun takip ettiği bloglardan(blog listesinden) -daha evvel görmediğiniz- bir bloga tıklıyorsunuz.
•Oradaki yazılara göz atıp birini gözünüze kestiriyor, okuyorsunuz.
•Hoşunuza giden bir paragrafı alıp blogunuzda paylaşıyorsunuz.
•Bu paragrafla alakalı birkaç cümle sarfetmeyi de ihmal etmiyorsunuz:)
•Alıntı yaptığınız blogun son yazısına yorum olarak bu mimi düşüyor, kendi yazınıza link veriyor ve bu blog sahibini de mimlemiş olduğunuzu iletiyorsunuz.
•Son olarak mimlemek istediğiniz başka blogdaşlar varsa mimi onlara da yolluyorsunuz.
Ben de severek takip ettiğim Ayşe's World adlı blogdan, dilayra'nın "Bir nefes İstanbul'dan" postundan kendime bir paragraf seçtim. Aslında bu post Aret Vartanyan'ın kitabından bir alıntı ama ben o kadar çok sevdim ki kendime kesinlikle bunu seçiyorum. Vee tek kelimeyle dilayra'nın blogundaki fotoğraflarına, sevecen cümlelerine, samimi anlatımına bayıldım.
"Sen değişmedikçe çevrendeki hiçbir şeyin değişmeyeceğini kabul et. Sen değişmedikçe yaşam tekrarlardan ibaret olacak. Geçmişinin tekrarı. Tıpkı her seferinde sıfırlanıp, sonrasında limitini dolduran kredi kartı borçların gibi. Bir sebepten dolayı ayrıldığın iş yerinden sonra bir başka iş yerinde aynı sıkıntıları yaşadığını göreceksin. Sıkıldıkların, yaşadıkların tekrarlanıyor. Belki başlıkları, kişileri değişiyor ama sorun aynı. Ne zamanki sen değişeceksin, o zaman o zincir kırılacak. Ve dostum, insanın en büyük sorunu sorunsuzluğu. O yüzden belki sorunlu olmayı tercih ettiğini sana söylemek zorundayım."
O kadar doğru geldi ki bana burada yazanlar, kişinin asıl problemi hep kendisi. Bazen başkalarını suçlamaya çalışıp kendimizi acizce savunduğumuz anlarda bile aslında kendi zaaflarımızla başbaşayız. Kendimizden asla kaçamayız, bir tek kendimize yalan söyleyemeyiz. Ben değişmiyorsam, bunu reddediyorsam bu problem beni zedeler, kimseyi değil. Ben kendimi yıpratmayı seçip, etrafıma körce bakmayı adet edinmişsem vay halime bunu asla kimse durduramaz. Kilit nokta hep kendimiziz, asıl sorun kendimizdekini irdeleyerek çözülür, başka yolla değil...
Şimdi de mimlenenler; Veni Vidi Vici, lalenin bahçesi ve dilayra..Kolay gelsin arkadaşlar:)
1 yorum:
gördüğüm en karışık mimdi:)))) yapmaya çalışacağım... alıntı yaptığımız blog sahibi bundan hoşlanmayabilir mi acaba diye düşündüm bir de...
Yorum Gönder