Trafiğe takılmış, soğuktan pardösülerimizin içine gömülmüş arabada otururken, çoktan kararmaya yüz tutmuş kaotik İstanbul caddelerinde, yüz binlerce insan mutsuz yüzleri ve karmakarışık akıllarıyla evlerine dönmeye çalışıyordu. Gri silüet bir anda titreşiverdi ve ben aslında oldukça güzelim diye fısıldayıverdi kulaklarımıza. Unuttunuz galiba, parlayan güneşim altındaki mavi denizimi ve martılarımı, bin bir tonda rengi barındıran çinilerle ve halılarla dolu Kapalıçarşı’mı, kokusundan sarhoş olduğunuz asırlık Mısır çarşımın kapısından aç gözlerle içere bakarken ki heyecanınızı..İstiklal caddemdeki hüzünlü müziklerimi dinlerken ki melankolik yürüyüşlerinizi, ne zaman canınız sıkılsa bir tek attığınız Nevizade’mi, vapurun düdüğünü duyduğunda sevdiğini düşünürken irkildiğin Kadıköy iskeleme veda mı etmek istersin,yoksa Beyazıtta kitapların arasında kaybolduğunuz günü mü silsem hafızalarınızdan, nasıl da heyecanlanmıştın aradığın kitabın ikinci elini bulduğunda, Sakın bana Emirgan’da oturup bir çay içmediğini söyleme yoksa bozuşuruz. Moda’da dondurmanı yerken, nasıl da içten gülüyordun, ne üstüne dökülen dondurma umrundaydı, ne de akan göz kalemin. E Sarıyer’deki salaş balıkçılar ne güne durur, Zeki Müren eşliğinde başından geçenleri Lüfer’e anlatsan, rakı da sana geçer bunlar deyiverse, esiverse bir yandan rüzgar ve şalını alsan omuzlarına…Kızar mısın o zaman İstanbul’a? Sen bana değil içindekine kızgınsın be kuzum. O yüzden aldanma bu gri görüntüme, dinleyiver derinden gelen sesimi, içimde bir orkestra eşlik eder her anıma, ben de nefes alırım senin gibi, ben de pes ederim senin gibi…Zaaflarıma takıl da kuzum, güzelliğime laf etme o zaman canım yanar benim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder