29 Ekim 2011 Cumartesi

Kim

Fısıltı bir kağıdı

Gülümseme bir karmaşayı

Işık vurguyu

Defter yolculuk yapan kelimeleri silemezken

Sessizlik gölgeler peşinde

Olanca çabasıyla birkaç yalnız notayı avlaya dursun

Gölgeler onun kollarına değil

Tozlu duvarlara sarılmayı seçmişti çoktan

Fonda ise rüzgar orkestrası vardı

Esmeyi bilmekten ziyade

Oyun oynamayı seçmişti bu gece

Nitekim geçmişin ve kurgunun en iyi dostuydu kendisi

Eskitilmiş yüzlerin tanığı

Sarf edilen onca özrün ise pişmanlık bekçisi olmayı çoktan üstlenmişti...

14 Ekim 2011 Cuma

La Lune Brille Pour Toi

Işıkları açmak istemiyordum, bu loş ışığın altında her şey daha sakin, daha huzurlu gözüküyordu gözüme. Duvarda asılı olan Audrey Hepburn, olanca naif ve sevimli yüzüyle bana bakarken, bir diğer saf güzellik Vanessa Paradis arka fonda geceme eşlik ediyordu. Başarılı ve sevdiğim yazarları aklımdan geçiriyordum. Onlar gibi olabilmek için içimde büyük bir enerjiye sahip olmam gerektiğini ve buna varımı yoğumu koyup, her şeyimle inanmak gerektiğini çoktan kavramıştım ama nerde bende o cesaret ve motivasyon. Baştan çok sıkı tuttuğum ve heves ettiğim birçok şeyi yarı yolda bırakmış, tamamlamamış biriydim ben. Ne yapacaktım şimdi? Yaptığım iş, oturduğum mahalle, okuduğum okullar, romanlar, tanıştığım ve benim için önemli olan insanlar…Yıllar böyle mi geçecekti, yoksa bunların yanına güzel hikayeler katabilecek miydim. 26 olmuştum çoktan. Ya çok geç kalmıştım, ya yolun başındaydım. Bilemiyorum. Hayallerimi ben bile unutmuşken, kulağıma fısıldayacak birileri var mıydı yanımda ya da onlara ihtiyaç duymadan ben bir daha çizebilecek miydim kaybettiğim hayallerimi.

Bir serüven yaratmak istiyordum, çok uzun süreler peşinde koşacağım bir serüven. Hızlı hızlı yazmak, yazarak nefes almak, sevmediğim gerçekliği, kelimeler dünyasının vezirlerini kullanıp şah mat etmek istiyordum. Kelimelerim, coşkulu notalarla arkadaş olsun istiyordum. Beraber bir senfoni yaratsınlar, nice kulaktan silinmeyip, rüyalarını süslesin, onların da sevmediği gerçekliklerle savaşsın ve kahramanları olsun istiyordum. Rotasını henüz çizemediğim bu serüvenin, her pencereden dışarı bakışımda, nasıl bir şeye benzeyeceği hakkında heyecanla varsayımlar yürütüyordum, öte yandan serzenişler ve kuşkular da peşimi bırakmıyordu.

Her şeye rağmen "La Lune Brille Pour Toi "...

11 Ekim 2011 Salı

Kuzum ses ver



Trafiğe takılmış,  soğuktan pardösülerimizin içine gömülmüş arabada otururken, çoktan kararmaya yüz tutmuş kaotik İstanbul caddelerinde, yüz binlerce insan mutsuz yüzleri ve karmakarışık akıllarıyla evlerine dönmeye çalışıyordu.  Gri silüet bir anda titreşiverdi ve ben aslında oldukça güzelim diye fısıldayıverdi kulaklarımıza. Unuttunuz galiba, parlayan güneşim altındaki mavi denizimi ve martılarımı, bin bir tonda rengi barındıran çinilerle ve halılarla dolu Kapalıçarşı’mı, kokusundan sarhoş olduğunuz asırlık Mısır çarşımın kapısından aç gözlerle içere bakarken ki heyecanınızı..İstiklal caddemdeki hüzünlü müziklerimi dinlerken ki melankolik yürüyüşlerinizi, ne zaman canınız sıkılsa bir tek attığınız Nevizade’mi, vapurun düdüğünü duyduğunda sevdiğini düşünürken irkildiğin Kadıköy iskeleme veda mı etmek istersin,yoksa Beyazıtta kitapların arasında kaybolduğunuz günü mü silsem hafızalarınızdan, nasıl da heyecanlanmıştın aradığın kitabın ikinci elini bulduğunda, Sakın bana Emirgan’da oturup bir çay içmediğini söyleme yoksa bozuşuruz. Moda’da dondurmanı yerken, nasıl da içten gülüyordun, ne üstüne dökülen dondurma umrundaydı, ne de akan göz kalemin. E Sarıyer’deki salaş balıkçılar ne güne durur, Zeki Müren eşliğinde başından geçenleri Lüfer’e anlatsan, rakı da sana geçer bunlar deyiverse, esiverse bir yandan rüzgar ve şalını alsan omuzlarına…Kızar mısın o zaman İstanbul’a? Sen bana değil içindekine kızgınsın be kuzum. O yüzden aldanma bu gri görüntüme, dinleyiver derinden gelen sesimi, içimde bir orkestra eşlik eder her anıma, ben de nefes alırım senin gibi, ben de pes ederim senin gibi…Zaaflarıma takıl da kuzum, güzelliğime laf etme o zaman canım yanar benim.

9 Ekim 2011 Pazar

Bulut Krallığı

Dinliyordum, çok güzel müzikler dinliyordum, yazmaya çalışıyordum, bu çok zor geliyordu, aklımda onca dönen kelime ve cümle rüzgarını bir araya getirip, ilişkilendirecek gücü bulamıyordum. Hem çok sesliydim, hem çok sessizdim, beni anlamayacak insanlar ordusunun ortasında olduğumu hissediyordum. Kastettiğim anlaşılmak mıydı, yoksa kırılmak mı yoksa dalga geçilecek olmak mı..Hangisi derseniz deyin, uçuşan onca heybetli kelimeyi, bir araya koyup beyaz sayfaya işleyemeyecek durumda hissediyordum çoğu zaman.

Küçük bir odam var, duvarları çok açık, yumuşacık tonda bir yeşil. Bu küçük oda benim iyi hissettiğim yerlerden biri, kendim gibi olduğum, benim dediğim yer. Küçük objelerim, resimlerim, mektup ve not defterleriyle dolu karmaşık çekmecelerim, müziklerimin yer aldığı masam, korunaklı, kimsenin beni yargılamadığı, binlerce hayal kurduğum, gerçekleşmediğinde, göz yaşlarımla doldurduğum yatağım, dalıp gittiğim pencerem, huzurlu müziklerime eşlik eden rüzgarda uçuşan perdem…her anlamda benim için huzur dolu olan mekan, her türlü yüzüme tanıklık eden, acizliklerim karşısında en iyi izleyici olan, nefes alan yer seni çok seviyorum.

Ben, yani pınar adındaki saf şahıs, alışkanlıklarıma ölesiye bağlıyımdır. Objelere çok fazla anlam yükleyebilirim. Bu alışkanlıklar sadece objeler için geçerli değildir tabi ki. Duygular, arkadaşlar, mekanlar, anlar, mahalle sakinleri, kediler, aile…hepsini koy bir kutuya ve bana ver, sonsuza dek saklayayım onları, müzikli bir kutu inşaa ederim onlar için, her birinin peşine notaları takarım, onları her yere yanımda taşırım, ruhumun dinlendiği taze deniz havasında açarım kutumu, çalan müziğiyle ben de yol alırım bir yerlere. Nereye olduğu önemli değil, kutum yanımdadır ve yalnız değilimdir onunla.

Bazen çok büyük bir enerji doldurur içimi, bir iki hafta boyunca geçen kötü zamanları silecek derecede kuvvetli bir histir bu. Düşünerek ya da isteyerek elde edemem bu enerjiyi. Küçük bir kızın sabah yatağından kalktığında, babasının ona uzattığı yeni oyuncağı kadar beklenmedik ve sürpriz doludur. Nereden geldiği belli olmayan bu müthiş his, aynaya baktığında geçen günlerin ardında bıraktığı tozlu zemini yerinden sarsacak ve ışıklar saçacaktır çevresine, anlatması çok zordur, nedensiz gülümseme yaratır yüzünde, bir şarkıya keyifle eşlik etmeni sağlar, pencereyi açtığında soluduğun havanın çiçek kokması gibidir. Onca zamandır çıkamadığın odadan, giyinip çıkmak için sabırsızlandığın bir andır, aynada kendine gülümseyip, içimdeki eksik puzzle parçalarımı buldum dedirtecek güçtedir.

Dışarıdan düşen ışığa dalar giderim, fonda bir müzik eşlik eder zihnimdeki görüntü evinin içinde dolaşırken. Görüntü evi işte, ona görüntü merkezi diyemem. Merkez kelimesini hak etmeyecek kadar sıcak ve sahiplenici bulduğum bir yerdir çünkü orası. Geçmişten anları koymuşumdur oraya, neye göre seçmişimdir bilmiyorum ama onları rahat ettirsin diye, binlerce güzel dekorla süsledim içini, bir de farklı odalara girdikçe, ufak tefek gelecek görüntüleri yerleştirdim geçmişime misafir olsunlar diye. Ben büyüdükçe, bu evin misafirleri de git gide değişti. Kimi zaman naif hippiler konuk oldu odalara, kimi zaman huysuz aristokratlar, kimi zaman da 50’li yılların romantikleri…Hepsi birer hatıra bıraktılar bana. Ben de biriktirdim hepsini, bu eve adım attığımda hepsi canlansın diye gözümde.

Bir sabah uyandığımda, penceremin önünde kocaman beyaz bir yelkenli gördüm. Yelkenlerin gerilerek açılmasından, dışarıda çok şiddetli bir rüzgar olduğunu anlayabiliyordum, biraz doğrulduğumda ise bu yelkenlinin denizin üzerinde değil de, havada asılı durduğunu fark ettim. Ne demekti bütün bunlar, hangi güç ona bu şekilde yol aldırıyordu, şaşkınlığım bana öğretilenlerden ibaretti. Yelkenlilerin uçabileceğini bana kimse söylememişti, kabullenecek miydim şimdiye kadar duyduklarımın yanlış veya tekdüze olduğunu yoksa umursamadan binip gidecek miydim yelkenliye, bu diyarın insanlarının dediklerinin bir anlamı olmayan bulut krallığına. Orada da yelkenlilerin bulutların üstünde gezinebildiğine dair hikayelere mi inanacaktım ve onların doğrularını mı kabullenecektim yoksa aykırılıkları kendi içimde mi yaratıyor ya da inandırıyordum.



Fotoğraf: 2008, Trende Lübeck'e giderken

Lütfen bu sitedeki görselleri ve yazıları izinsiz kullanmayınız..