17 Eylül 2010 Cuma

Sahipsiz Adımlar


Kayboluşun peşinden sürüklenmek mi?..aslında buna pek sürüklenmek denmez; çünkü bu istemli bir eylem haline dönüşmeye çoktan başladı.
Gizli sınırlar arkasında yer almak, hepimize o kadar çekici gelmese de, yarattığı merak duygusu çoğumuzun aklını kurcalamaktadır. Çevrenizdeki görünmez insanları bir düşünün; sokaktan geçen satıcıyı, yolda top oynayan çocuğu, geçerken gözünüzü üstünden ayıramadığınız o üniformalı genci...belki bir gün o sınırın arkasında beraber yer alacaksınız. İşte o zaman içinizdeki ortak serzenişler, haykırışlar ortaya çıkmaya başlayacak. Aynı gök yüzüne bakıp, farklı hayallere sahip olmak bizi birbirimizden nasıl ayırt ediyorsa...Bir gün bu sınırlar da, bizimle diğer insanlar arasındaki gizli çizgiyi oluşturmaya başlayacak...

Neden mi bahsediyorum ben? Kendimi anlayamamaktan, diğerlerini ise hiç anlayamamaktan ve belki de içimde dönen sorgu sual meselesini açıklığa kavuşturamamaktan...

13 Eylül 2010 Pazartesi

10 Eylül 2010 Cuma

Ne oldu ki?

Hey baksana, eğer hayat sana iyi davranmıyorsa bu aralar..oyunbozanlık yapacağına,

Kendine gidip pespembe bir pamuk şeker alsan diyorum...

Sonra kaldırsan başını, derin bir nefes alıp, bir süre gözünü ayırmadan gökyüzüne baksan...

Etrafındakikere bakmayı değil de görmeyi denesen; ve fark etsen artık gözlerinin içi gülen çocukları...

Yanında hep olmasını istediğin arkadaşına elini uzatsan...

Bu arada "yaşım kaç mı olmuş?"demek yerine...gidip kendine yeni oyuncaklar alsan...

Daha iyisin değil mi şimdi?

Bunu da tıklayıp dinlersen...yüzün daha bir gülecek sanki ;)

7 Eylül 2010 Salı

Dream Within a Dream


Edgar Allan Poe'nun kısa hikayelerini sevdiğim kadar, şiirlerini de severim...ya siz?

Bu gece için seçtiğim..."Dream within a Dream"...

Take this kiss upon the brow!
And, in parting from you now,
Thus much let me avow
You are not wrong, who deem
That my days have been a dream;
Yet if hope has flown away
In a night, or in a day,
In a vision, or in none,
Is it therefore the less gone?
All that we see or seem
Is but a dream within a dream.

I stand amid the roar
Of a surf-tormented shore,
And I hold within my hand
Grains of the golden sand
How few! yet how they creep
Through my fingers to the deep,
While I weep - while I weep!
O God! can I not grasp
Them with a tighter clasp?
O God! can I not save
One from the pitiless wave?
Is all that we see or seem
But a dream within a dream?

müziğimiz de, oi va voi'un çok sevdiğim "laugher through tears" albümlerinden bir parça olsun..."a csitari hegyek alatt"

3 Eylül 2010 Cuma

gitmek kalmak..yok yok en iyisi gitmek


Eskiden, yani eskiden derken lise çağlarımda kendime yalnız olduğum anlarda hep bir soru sorardım "şimdi nerde olmak isterdim" diye; ve nedense o sorunun cevabı o kadar kolay ve net verilirdi ki..Hatta olmak istediğim yer, insanlar...resmen o tablo gözümün önünde canlanırdı. O tablonun gerçek veya hayal olması hiç önemli değildi. O tabloyu 2-3 saniye de olsa görebilmek, kafamın içindekilerin ne olduğunu bilebilmek beni inanılmaz rahatlatırdı. Üniversite yıllarında bu soruyu daha nadir sormaya başladım. Sanırım sebebi de olduğum yer ve koşullar beni mutlu etmek konusunda başarılı ve tutarlıydı. Tabiki herkesin uçuk kaçık istekleri, hayalleri, gerçekleşmeyeceğini bilse bile aklından geçirmekten hoşlanacağı varsayımları vardır. O dönemlerde bende de vardı ama gerçekliğe kendimi bir güzel kaptırmıştım ve gereken hazzı aldığımı, ruhumun da bundan beslendiğini biliyordum. Bazen bu bahsettiğim ufak hazlar ufkunuzu da kısıtlayabiliyor, anlık mutluluklar bir anda o sizin kocaman hayal baloncuklarınızla yer değiştiriyor. Hayallerinizdeki o mucizevi renkler bir anda yanınızdaki renklerin güvencesinin yanında sönük kalmaya başlıyor. Peki yanınızdaki renkler solgunlaşınca hatta yok olunca ne oluyor? Hayaller yeniden mi belirginleşiyor, kurtarıcı olarak mı yetişiyor? Bu sorunun cevabı benden çok keskin ve net olamayan bir ses tonuyla "hayır" olarak çıkıyor.
Kimse, kimsenin hayallerini kafasından tam olarak silemez. Bunun imkanı yok! Ama ya hayaller de yaşananlarla beraber form değiştirirse, ya o eski canlı renklerine bir daha bürünemezlerse ya da eskisi gibi bir anda belirip sizi gülümsetemezlerse...İşte bunun için yapacak birşeyiniz olduğuna inanmıyorum...

Ben bazen gitmek istiyorum..şehirden mi, kendimden mi, odamdan mı, hayallerimden mi, insanlardan mı...hepsi çok bilinmeyenli denklemin, her an değişen değişkenleri...kendime hedef seçmek o kadar kolay değil

şu aralar kesinlikle gitmek..hatta uzun zamandır gitmek...sadece birkaç bırakılmayacak şey için kalmak eyleminde ısrarcı olup...büyük bir bölümümün gitmek istemesi...her ne bahaneyle olacaksa olsun yer değiştirmek, içimdekileri maalesef kendimle beraber taşıyarak, aynı gök yüzüne farklı bir toprak parçasından bakmak istiyorum...Bir süre yalnız kalmak, hatta belki çok uzun bir süre yalnızlığımda yolculuk etmek, sadece izlemek, içimden konuşmak, yeri geldiğinde de bağıra bağıra konuşmak ve kahkaha atmak istiyorum...

Kendime tutunmak için bir amaç seçip, amacın yanı sıra da bambaşka bir yerin insanlarıyla karışmak, onların seslerinin içinde kendi sessizliğimi duymamak istiyorum.

Fotoğraf: Bergedorf, Almanya, 2008.

1 Eylül 2010 Çarşamba

Kapı


Yine mi yaz bitti?
-Ne zaman gelmişti ki zaten dedi içimdeki ses…Bilmem illa kayıtlı bir zaman aralığı mı vermem lazım, yoksa yüzümdeki ifadelerden sen bunu çıkartamaz mısın diye yanıtladım onu.

Radyodaki şarkılar devamlı değişiyor, mevsimler döngüsel olarak birbirinin yerini alıyor, bir gün cam önünde sıcaktan bunalmış söylenirken, iki gün sonra camı açamayacak kadar soğuk olduğunu fark ediyorum, gidip üzerime bir hırka almam gerekiyor…artık soğuk limonatanın yerine çayı tercih etmem, leyleklerin bizi terk ederken ki dansını izlemem, akşam eve dönerken balkonlardan gelen neşeli seslerin azalması, elimizi kolumuzu sallayarak yürümek yerine bir adet şemsiye ve mont bulundurma gereksinimi…Ne denir ki buna? Yaz bize hoşça kal diyor sanırım…yine bekleriz diyeceğim ama o hazırlıksızken yine yakalar belki bizi, bakarsın davetsiz misafir olur…arkasından baktırır, ah gitmeseydi keşke dedirtir…sahilde gezinmeyi, mavi gökyüzüne bakmayı, renklerin canlılığını, tazeliği, hafifliği özleticeğe benziyor ama şu anda burnumun ucunda olan bu ferah toprak kokusuna ne demeli…Tamam gri gök yüzü seni sevmeyebilirim; ama belki bu sefer yardımcı olursun bana…Düşünmemi, yaratmamı, alışmamı sağlar, hatta kapının ardındaki yeniliklerle sararsın belki beni…belki o kadar da gri değilsindir?

Fotoğraf: Ocak 2010, Bursa.

Lütfen bu sitedeki görselleri ve yazıları izinsiz kullanmayınız..