- Şans mı? hangi koşullar altında, hangi tepenin ardında, hangi notanın peşinde, hangi rengi ararken...
- Bir tanesini cevapla.
- Yo gerek yok! Ben sana gösterebilirim...
Çokca hayalim varsa, hangilerinden fedakarlık etmeliyim çünkü hepsi bir ömüre sığacak gibi gözükmüyor
Müzik, hayatımda bu kadar önemli rol oynamak zorunda mı? Siz de, her an için kafanızda benim gibi bir fon müziğiyle mi gezersiniz, lakin ben daha yataktan kalkar kalkmaz günün ışığına ve kafamdaki senaryoya göre yerleştiriyorum notaları.
Gel gelelim bir de bir sürü kelimem var, onun yanına koyuyorum olmuyor, ya sıfatın rengi tutmuyor, ya fazla rükuş kalıyor..karıştırıyorum renkleri,absürdsün diyorlar bazen. Seviyorum ama böyle olmayı...bir de şu sonları getirsem, "son"larım hep eksik...lunaparka gideyim diyorum, başım dönüyor, deniz kenarında bitireyim diyorum, ufuk beni deli ediyor, dalıp gidiyorum...yalnız bir ağaç altına oturayım diyorum, bu sefer de yapraklardaki yansımalar aklımı çeliyor, türlü türlü eğlence çıkarıyorum ışık oyunlarından..."son"lar beni oyalıyor, bense onları kovalıyorum. Bakalım kim kazanacak...
Çok fazla noktam, virgülüm, ünlemim var. Bazen yerlerini karıştırıyorum, anlarsınız ya ben üç nokta insanıyım aslında, neden "son"larla problemim olduğu açık, çoğunlukla bitirmek için nokta koyamayanlardanım, nerde ne biter bilemiyorum belki...Bazen susturamıyorum kendimi, sıralıyorum virgüllerimi.Ya ünlemlere ne demeli? Aşırı heyecanlı değilim hayır, aşırı şaşkınım bence!
Niye bu kadar kararsızım? Çok fazla baloncukla mı geziyorum kafamda, her türlü kurguya yer var bende...çabucak bir drama çeker, hemen onu korku kuşağına kaydırabilir, bir iki uzaylıyı alıkoyup bilim kurgu yaratıp, dünyanın en komik surat ifadesini takınıp sizi güldürebilirim...ama hangisini yapacağıma karar vermek çok zor. Bugün hangi Pınar'ı seçelim diye halk oylaması yapsak daha kolay!
Sanırım ben
10, kuzenim de 7 yaşlarındaydı. Dayımın bir yazlığı vardı, Yalova'nın dışında
bahçe içinde bir ev. Köy gibi bir yer burası ve bizim evin etrafında başka hiç
bir ev de yoktu. Bahçede kavak ağaçları ve dev bir çınar ağacı vardı. Biz genelde o
dev kavak ağaçlarının arasına hamak kurardık, dayım da o yaz Bach ve Chopin
dinletirdi bize. Evin tavanı çok yüksekti, müziğin sesini açtığında o kadar güzel
tınlardı ki bu ses, biz kuzenimle çocuk yaşta hayran kalırdık bu büyülü
müziklere. Dayımsa bu önemli bestecileri, eserlerini, nelerden etkilendiklerini
oturur anlatırdı bizim gibi zirzoplara. Biz tabi anlamazdık, sadece hayaller
kurardık, tek hatırladığım çok sihirli gelirdi bize bu müzik. Özellikle de bu
parça!
Dön dolaş kasette hep bunu dinlemek isterdik…hatta sesi sonuna kadar
açtırır...hamağa uzanır, aşağıdan o dev kavak ağacının yapraklarındaki güneşin
yansımasını izlerdik. Geçirdiğimiz o yaz, tam bir rüya gibiydi, o kadar
mutluyduk ki...Dayım bize büyük büyük taşlar toplatırdı dereden, onları kurutur
üstüne resim yapardık, her birine bir ad koyardık, çamurdan heykel yapmayı
öğretmişti bir de, akşamları en sevdiğimiz şey ise dere kenarında oturup, ay
ışığında yine müzik eşliğinde dayımın hikayeler anlatmasıydı. Bazen bunlar
zombi hikayesi falan gibi saçma şeyler olabiliyordu, bazen de anlamlı şeyler. O
yaz hiç televizyon izlemeden geçti benim için, hiç alışveriş merkezine
gitmedim, arkadaşlarımla oyun da oynamadım. Sadece kuzenim ve dayım bir de o
sihirli dere kenarında olan bahçeli ev...Her şey bunla sınırlıydı, ama hayal
dünyamız o kadar büyüktü ki, şimdi bile o zamandan çok daha geride görüyorum
kendimi ve hep o yaza geri dönmek istiyorum....gerçekten üstümüzde bir sihir vardı
o yaz...
Her şeyden
mutlu olabiliyorduk, hortumla su savaşı yapıp birbirimizi ıslatır, bütün gün
bir su kaplumbağasının peşinde sinsice onu takip eder, kurbağanın peşinden hoplar,
yengeçten kaçar, yaprak toplayıp biriktirirdik...
Bense, nam-ı
diğer anormal insan, çok güzel renkte bir tırtıl yakalayıp bir hafta kadar kibrit
kutusunda beslemiştim hayvancağızı.Garip bir çocuktum gerçekten de...
Bazen bahçeden
gelen seslere dalmış otururken, birden bire ateş böcekleri beliriverirdi. Bu
sefer de eğlencemiz onları yakalamak olurdu, doğa bize hikayeler anlatan,
gözlerimizi kocaman açtırandı, öyle ki bazen sabah uyandığımızda bir dalın uzadığını bile fark
edebiliyorduk. Şu an bu hatırladıklarım, kulağa Zeki Demirkubuz filminden
fırlama sahneler gibi gelse de, bu anların hepsi yaşanmıştı..ve o kadar
gerçekti ki ben o güzel gerçekliklere geri dönmek istiyorum...
***Bütün bunları anlatmak nerden mi aklıma geldi; arkadaşımın şu cümleyi sarfetmesi üzerine, "ne zaman kendimi kötü hissetsem ya da çok mutlu...bir avuntu ya da şükran gibi bu müziği dinlerim...benim şu hayatta en çok sevdiğim eser..." Bahsi geçen müzik, yukarıda da eklediğim Air von Johann Sebastian Bach aus der 3. Suite für Orchester.