Kaçırılan gökyüzü, ayaklanıp giden gök kuşağı, bütün bunların ortasında şaşkınlığını saklayamayan, yalnızlığını kabullenmekten başka çaresi olmayan küçük bir kız. Çocukluğunu masallarla değil de, rüyalarında tanık olduklarının gölgeleriyle savaşarak geçirmiş, beyaz atlı prens yerine kendini savunmak için kullandığı süpürge onun baş kahramanıymış.
Çok sık dalıp gidermiş küçük kız, onun dünyasının kralları sesler ve notalarmış, seslere aşıkmış, güzel bir sesin arkasından gidemeyeceği uzaklık yokmuş, kayıtsız şartsız onu takip edermiş, kafasındaki renkleri sesler yönetir, güzel manzaraları sesler şekillendirirmiş.
Çevresindeki insanları anlamak ve onlardan biri gibi yaşayabilmek için; sisli şehrin lambalarının altında gruplaşan insanları her gün izler, onlara bakarken sanki bu evrene ait değiller gibi dalıp gidermiş. Ona göre bu insanlar, garip uğraşların peşine düşerlermiş her sabah. Küçük kız ise onları izlerken gördüklerini bir bir kaydedermiş hafızasına, her şaşkınlığı veya yeni öğrendiği şey için de, cebindeki küçük kutusunu açar, yerden bir taş alır ve öncekilerin yanına heyecanla yerleştirirmiş. Bu onun anıları, anları, yaşanmışlıkları unutmama yöntemiymiş …Ona göre; soğuk, sevimsiz taşların her biri, bir günün, bir dakikanın, bir hayalin, bir gölgenin anlatıcısıymış. Bu taşlara bir de isim takmış; zaman saklayıcıları…