Bir kutum var atıyorum içine denizi, atıyorum içine güneşi, atıyorum içine zamanı...sallıyorum kutumu, bakıyorum hangisi yere düşmüş. Denizse eğer; duvarları maviye boyuyorum, sonra kağıttan yelkenlime doğru üflüyorum, yol alıyorum onunda, Hint okyanusuna bile selam ediyor yelkenlim, bir bakıyorum ki, yelkenli plastik leğenin içinde erimekten yok olacak bir kağıt parçasından ibaret..olsun sallıyorum kutumu bu sefer yere güneş düşüyor, tekrardan boyuyorum duvarları, ay çiçekleri bürüyor odanın dört bir tarafını, bir de samandan korkuluk var ortalarında, şarkı söylüyorum ona, ama kıpırdamıyor bir türlü, etrafında uçuşan arsız karga bile rahatsız etmiyor onu, bakıyorum bana arkadaşlık etmiyor, sıkılıyorum. Bu sefer kutunun içine atıyorum güneşi...İstiyorum ki, zaman bana yoldaşlık etsin, bir eriyen Dali saati beliveriyor kolumda, geriye alıyorum zamanı, çok geriye hem de...Çocukluğuma dönüveriyorum, hamakta sallanırken, kavak ağaçlarının gölgesi düşmüş üstüme, çimlerin üzerinde ise aheste aheste bir kaplumbağa yürümeye çalışıyor ve küçük hışırtı tınlamaları bırakıyor arkasında, bir yandan da bana bakıyor yan gözle, bense ona dalıp gidiyorum, elimi uzatıveriyorum, sert kabuğunun içine gömülüveriyor. "Saklanma canım, ne gerek var, yalnızız bak burada diyiveriyorum." Kolumdaki saat yarı transparan bir görüntü almaya başlıyor, rakamları okunmaz oluyor neredeyse...Kutuyu ters çeviriyorum, her tarafı ışık kaplıyor, büyük bir boşluktayım, ne ağırlığım var, ne görüntüm sanki...artık fizik kurallarına da uyamıyorum, kulağıma uzaktan gelen küçük sesler olmasa, yaşadığımdan dahi şüphe edeceğim...ses bana yaklaşıyor, kolumdaki saat belirginleşiyor, kaplumbağa kabuğundan çıkıveriyor, kağıt yelkenlim, ham ahşaptan devasal bir şekilde yükseliyor, samandan korkuluk konuşmaya başlıyor ve şöyle diyor; "ay çiçekleri onlar-zamanı bizden iyi anlayan, umudun tek bekçileri ve bizim kurtarıcılarımız "...sarılıyorum etrafımdaki üç beş tane ay çiçeğine...yaprakları kadife gibi, kulağıma hikayeler fısıldıyorlar, onlar da bana sarılıyor...etrafımda uçuşan karga, saman parçaları döküveriyor kafamdan aşağı, elimle kovalayayım diyorum olmuyor, elim kalkmıyor bile. Çok hafifleşmiş hissediyorum, güneş tam tepemde, sarılar, yeşiller, siyahlar ışıl ışıl, ama elimden tutan bir şeyler var gibi. Birden karga dile geliyor ve sahneyi anlatıyor; "bir elinden korkuluk, diğer elinden ise; ay çiçekleri tutmuş, seni bırakmıyorlar, sen de topraktan kopamıyorsun. O berrak gökyüzü, seni olduğun yere çivilemiş sanki, yanına da umut bekçilerini ve aksak korkuluğu dikmiş"...Sesler uzaklaşırken, kutu da kapanıyor...