Günlerim geçip giderken, bazen çok kahkaha atıyorum, hatta etrafımdakilere de attırıyorum, ayrıntıların peşinde koşuyorum, bazen de görüyorum ki bazıları daha benim gibi koşuyor, işte o zaman çok seviniyorum.
Küçük dünyamda anılarımı biriktiriyorum, topladıkça, çoğaldıkça onlara bir bir dokunuyorum, açıyorum kapıyorum anıları koyduğum kutunun kapağını.
Espiriler yapıyorum içimden, binbir taklit ve muziplikler dönüyor kafamın içinde, Amelie gibi süprizler yapmak istiyorum insanlara. Sonra duruyorum, kaldırıyorum başımı, bir dolu bulut görüyorum, yine benim peşimdeler diye düşünüp, baya bir kafaya takıp, üzülüyorum. Sonra unutuyorum onları, şarkılar söylüyorum, koşuyorum deniz kenarına, içim açılıyor, çok derin nefes alıyorum, baloncukların içinde bin bir hayal kuruyorum, istiyorum ki kimse patlatmasın o baloncukları, aksine keşke kelebek filesiyle toplasalar diye diliyorum. Üflüyorum onları denize doğru, el sallıyorum arkalarından da.
Ayrı fon müzikleriyle uyanıyorum sabahları, acaba diğerlerinin aklında hangi fon müzikleri vardır diye düşünürken de bir tebessüm yayılıyor yüzüme.
Kahvemin üzerinden yükselen dumanı yakalamak istiyorum her seferinde, yakalayamıyorum ama bakakalıyorum öylece. Hoşuma gidiyor insanları izlemek, yerlerine kendimi koyup, küçük piyesler yazıyorum. Kurguluyorum dünyamı, çiziyorum bazen yeni baştan, sonra siliyorum, tekrar çiziyorum. Kalan izlerin yerine de daha koyu kalemlerle üzerlerinden geçiyorum.
Bazıları hiç konuşmasa da içime düşüncelerini fısıldıyorlar, bazen hiç duymak istemediğim şeyler oluyor bunlar, karanlık dünyanın insanlarıyla yüzleşiyorum o zaman. Bazen de yemyeşil vadilerde, yeni masallar yazılıyor kafamın içinde.Bunların bütünü koca birer taslak olarak saklanıyor bellekte, gün geliyor birleşiyor, tamamlanıyor, gün geliyor, ayrıştırılıp, uzaklaştırılıyor.
Dokunmaksa dokunmak, hissetmekse hissetmek, görmekse görmek...ama hiç biri "hatırlama" eylemi olmadan geleceğin masallarına konu olmayı başaramıyor...
Susalım ve dinleyelim o zaman...